25 Haziran 2015 Perşembe

Öz-gür-lük

Öz, Özgü, Özgür! Özgürlük.
Kendi özüne uygun davranabilme.
Kendine fırsat verebilme.
Kelimelerin ne kadar güzel bir akrabalıkları var birbirleri ile.
Aslında "dil" dediğimiz şey, atalarımızın bizlere verdiği mesajlardan ibaret.
Eğer "öz"üne uygun davranamıyorsan, özüne uygun davranmana engel olan herhangi bir hal ve durum varsa, özgürlükten bahsedemezsin.
Bu şekilde söylendiğinde ne kadar basit geliyor, değil mi? Öz'üne uygun davranmak!
Oysa öncelikle özünü aramalı ve bulmalısın, özgür olabilmek için.
Sonra, bu öze uygun davranmayı öğrenmelisin.
Ve dahi, bu uygun davranışı gerçekleştirebilmek için kendine fırsat/izin verebilmelisin.
Hayatta hep aynı durumla karşılaşıyorum. En basit şeyler, hep en karmaşık hale getirdiğimiz şeyler oluyor. Öz'ümüz, orda bir yerlerde. Hatta tam burada. Ama unutuyoruz. Nerede olduğunu, nasıl olduğunu. O kadar "inkar" üzerine kurulu ki varoluşumuz. Öz'ümüzü inkar ile varolmaya çalışıyoruz.

Eskiden, kendimle bitmek bilmez bir kavgam vardı. Ne geçmişimle, ne şimdimle barışabiliyordum. Kendimi sürekli azarlıyor, kendime cezalar veriyor, kendi kendimi "adam" etmeye çalışıyordum.

Sonra, farkettim ki, aslında kendime kendi gözlerimle bakmıyorum. Sürekli "başka" gözlerden görüyorum kendimi. Bu yüzden de eleştirip, çekiştirip, tartaklayıp duruyorum.


Daha da sonra, kendime bakmayı bıraktım. Boşverdim diyelim. En azından, artık kendi kendimle kavga etmekten vazgeçmiştim. Ama bu kez de, kendi kendimle sonsuz bir konuşma haline girdim. Sürekli kafamın içinde sorular soruyordum. Sorduğum sorulara yanıtlar veriyordum. Kafamın içindeki bu dırdırdan öylesine yoruluyordum ki, kendi kendime bulduğum yanıtları uygulayacak takatim kalmıyordu.

Bu kez, kendi kendime sorular sormayı ve yanıtlar bulmayı da bir kenara bıraktım. Öyle ya, hazır sorular ve yanıtlar döneminde yaşıyorduk. Kendimi okuma, dinleme, izleme dönemine bıraktım. Böylece, daha önceden sorulmuş sorular ve yanıtlarla haşır neşir olduğum bir döneme girmiş oldum. Durmak bilmeden okudum okudum okudum. İzledim izledim izledim. Dinledim dinledim ve dinledim. Oradan oraya savruldum. Herkes ne kadar haklıydı!



En sonunda, bir şey unutmaya başladığımı farkettim: Benim kendi sorularım ve kendi yanıtlarım vardı. Ve aslında, orada öylece duruyorlar ve benim onları farketmemi bekliyorlardı. Üstelik onları keşfetmem için, sürekli dırdır etmeme, kendimle savaşmama ya da başka yerlere bakmama hiç gerek yoktu. Sadece, bütün herşeyi bir kenara bırakıp, kendime fırsat vermeliydim. Kendi sesimi duyabilecek kadar sessizleşmeliydim. Öyle ya, kocaman dalgaların arasına bir taş atarsanız, dalgalarını göremezsiniz. Önce suların durulmasını bekleyip, taşı öyle atmalısınız. Ben de bunu yaptım. Kendi dalgalarımı gördüğümde, bütün yanıtların orada öylece beni beklediğini farkettim. Öz sesim, sadece onu duyabilecek kadar sessizleşmemi bekliyordu. Oysa ben sürekli gürültü yapıp onu bastırıyordum.

Şimdi, alışkanlıklarımla vedalaşmak için çabalıyorum. Yola kendi dalgalarımın salınımında devam etmek niyetim. Öğreniyorum. Keşfediyorum. Kendi özüme dönüyorum. Kendime özgü bir yaşam için uğraş veriyorum. Kendimi özgür kılıyorum ve özgürlüğün tadını çıkarıyorum.

Arada, kendi sesimi duyamaz olduğumda, içime dönüyorum. Sessizleşiyorum. Ve öz sesimin yankısına kulak veriyorum. Bu sıralar ben "Keskin bir dil, aleste bir kulak ve tevekkül dolu bir kalp" ile yaşıyorum.